15 Mart 2012 Perşembe

Çizgi Romanların Erotik Boyutu

2004 yılında Serüven Çizgi Roman Araştırmaları dergisinde yayınlanan bir yazı…
----------------------------------

Çizgi Romanı ister bir sanat dalı, ister bir tüketim ürünü, isterse her ikisinin bir karışımı olarak görelim erotik bir boyutu olduğunu yadsıyamayız. Bu bazen, yaratıcısının cinsel nabzının bir tür yansıması olarak karşımıza çıkar. Bazense, hikayeye eklenen erotik boyutun amacı piyasaya albenisi olan, "ticari" bir çizgi roman sunmaktır. Ancak her ne sebeple olursa olsun erotizm, tarihi süresince çizgi romana damgasını vurmuştur ve içerdiği tüketime yönelik sanatsal kaygılar sebebiyle araştırmaya değer bir alandır.

Günümüz toplumundaki herşey tüketime yönelik hazırlanıyor ve sanat eserleri de bundan payını almamazlık edemiyor tabii. Çizgi roman, yansıttığı cinsel tercihler ve işlediği fanteziler sayesinde erotizme bakış açımızı belirtir. Dolayısıyla, sosyolojik boyutunu da dikkate alarak, içinde yaşadığımız toplumun cinsel tepki ve saplantılarını kaydeden bir "sanatsal tüketim" ürünü şeklinde ele alınması kaçınılmaz oluyor.


1-“Cinsel Obje” Olarak Çizgi Roman

Bir zamanlar foto-romanlar vardı. Ucuz aşk hikayelerinin anlatıldığı bu çizgi romanımsı anlatım tarzı belki de çizgi roman yapmak isteyip de çizim kabiliyetine sahip olmayanlarca yaratılmıştı. Gene de, anlatılan hikayeler ne kadar ucuz olursa olsun, genç kızların pembe düşlerine yeni fanteziler ekler; çamaşır yıkamaktan bıkmış usanmış ev kadınlarının en gizli ümitlerini, "bir gün..." diye başlayan hayallerini besler; ve hatta, kuru kuru gitmesin diye, arada bir, yanaklardan süzülen gözyaşlarına bile sebep olurdu. Çizgi romanlar (belki 50'lerdeki "love comics" dönemi hariç), hiç bir zaman bu tür hisler uyandırmadı okuyucularında. Bazı "porno" cep çizgi romanları birkaç kamyon şoförünün rahatlamasına yardımcı olmuştur belki ama, aynı türdeki fotoğrafik ürünler kadar etkili olamadıkları kesin...

Çizgi roman erotizmi, fotoğrafik ürünlerden farklı olarak varlığını sonsuza dek sürdürebilecek bir yapıya sahip değildir. Sanatçının yapıtıyla okuyucu arasında bir ilişki varolduğu sürece çizgi roman da “erotik” olarak vardır. Çizgi romancıyla okuru arasındaki o doğrudan ilişkinin yoğunluğu, çizgi roman erotizminin esasını teşkil eder. Bu ilişki bittiğinde (okuyucu o yapıta karşı ilgisini yitirdiğinde) çizgi romandaki erotizm de biter. Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, bir çizgi romanın erotik olabilmesi için aynı zamanda çağdaş olma zorunluluğudur. Çünkü "erotik" bir işlevi yerine getirdiğinden, hitap ettiği kitlenin tercihlerine bağlı olarak zaman içinde değişime uğraması ve çağa ayak uydurması gerekir. "Müzelik" olarak nitelenecek bir çizgi roman erotik sayılamayacağı gibi, okuyucusunun zevklerine (bu durumda fantezilerine) hitap etmeyen bir çizgi romancı da erotik olarak algılanamaz. Çizgi romanın çoğu kişi için ticari bir meta olduğu şu son dönemde, bu yaratıcı-okuyucu ilişkisinin önemi daha da yoğun bir şekilde kendini hissettirmektedir. Yıllar önce sandığa atılıvermiş bir avuç çizgi romanın günü geldiğinde sahibine aktaracağı his geçmişe özlemdir, nostaljidir. İçeriği ne olursa olsun (şu anki durumda erotik içerikli olsun), aradan geçen zaman içinde bu çizgi romanla sahibi arasındaki erotik bağ kopar. Geriye kalan sadece geçmişte (çizgi romanın ilk alındığı tarihte) hissedilen duyguların hatırasıdır. Dolayısıyla çizgi romandaki erotik boyut, zamandan veya içinde bulunduğu toplumsal şartlardan soyutlanamaz.

30'lu ve 40'lı yıllarda erotizm unsuru, o dönemde moda olan "pulp magazine"lerin kapaklarında kullanılmaktaydı. Resmedilen; genellikle vahşiler, canavarlar veya uzaylılar tarafından kuşatılmış yarı çıplak bir kadının, hikayenin kahramanı tarafından kurtarılmasıydı. Derginin benzerleri arasından sıyrılması ancak bu tür kapaklarla mümkün olabiliyordu. Fakat uzunca bir süre kapakta hapsedilmiş olan bu erotik unsurlar, zamanla derginin içine de sızarak hikayelerdeki yerlerini almaya başladılar. İleriki yıllarda senaryolarda karmaşık aşk entrikaları, kıskançlıklar, sonsuz sadakat yeminleri yer almaya başlamıştı. Hatta bazı bazı, masum öpücüklere de rastlanmıyor değildi.

Örneğin, Alex Raymond'ın Flash Gordon'unda bu gibi durumlara sıkça rastlanırdı. 30'lu yılların bu ünlü çizgi-kahramanının etrafı güzel kızlarla çevriliydi. Ancak Gordon, kendi etrafında bir güvenlik duvarı örmüştü. Kadınlarla ilişkisi hep soğuk ve mesafeliydi. Harold Foster'ın Prince Valiant'ıysa, Gordon'un tersine klasik bir şövalye davranışı sergileyerek çevresindeki kızlara fazla dikkat etmezdi. Tabii Foster, Raymond'un sarı saçlı kahramanından farklı olarak, kendi karakterini oldukça narsist bir çizgide geliştirmişti. Ancak her ikisi de hikayelerine erotik bir boyut eklemeyi ihmal etmemişlerdi. Dönemin bir diğer eseri olan Buck Rogers’ın (1929) etrafı da hatunlarla çevriliydi ve kendisinin bundan şikayetçi olduğu söylenemez. Dick Calkins kahramanını bir maceradan diğerine koştururken, öykülere üstü kapalı erotik unsurları da dahil etmeyi uygun bulmuştu.

Burada diğer bir ayrıntıya da dikkat çekmekte fayda var: 20'li ve 30'lu yıllar boyunca yayınlanan çizgi roman strip'leri çoğunlukla yetişkin bir kitleye sesleniyordu. Gazetelerin Pazar eklerinde yer alan renkli bantlarsa çoğunlukla çocuklara yönelik olarak hazırlanırdı (çizgi romanların çocuklara yönelik olarak hazırlandığı iddiaları bu gerçeğe dayandırılır). Bu yüzdendir ki, bu döneme ait en erotik bantlar hafta içi yayınlanırdı. Bu bantlarda, dürüst yoldan para kazanmaya çalışan genç kızlar sinsi işverenlerle ve çılgın aşıklarla uğraşmak zorunda kalırlardı. Ama bu türdeki Winnie Wincle, Boots, Tillie the Toiler v.b. arasından sıyrılanlar gene de Blondie ve Betty Boop gibi kısmen daha "ciddi" kızlardır.

Takip eden yıllarda erotik unsur, daha çok sinemadaki "femme fatale" şablonu içinde okuyuculara sunulur. Raymond'ın Jungle Jim'indeki içten pazarlıklı casus Shangai Lil (ki Shangai Express filmindeki Marlen Dietrich karakterinden esinlenilerek çizilmişti) kahramanımızın yanında şefkate muhtaç bir kıza dönüşürdü. Ama Milton Caniff'in Dragon Lady’sini de unutamayız. Ona mistik bir hava veren filtreli sigaraları, derin yırtmaçlı etekleri ve kritik noktalara düşen gölgeler o dönem okuyucuların rüyalarını süslerdi.

2-Erotizm ve Tehlike Unsuru

Her bölümü “devamı var” veya “arkası yarın” gibi notlarla biten ilk dönem Amerikan strip’leri için devamlılık esastı. Karakterlerin bir “geçmişi” vardı ve bu sayede bir “gelecek” kazanıyorlardı. Benzer ama aynı olmayan durumların tekrarıyla sağlanan bu süreklilik içerisinde çizgi romancının görevi, her bölümde kahramanın o ana dek bilinmeyen bir yönüne ışık tutmaktı. Aynı zamanda ileride ortaya çıkması muhtemel detayları “hissettirmek”, okuyucunun merakını mümkün olduğunca canlı tutmak açısından önemliydi. Okuyucu daima kahramanın hayatında dönüm noktası olacak “o” sürpriz gelişmeyi bekler. Ama aynı okuyucu bu türde bir gelişmenin (evlenmek, emekliye ayrılmak, ölmek) kendisini sevdiği kahramandan uzaklaştıracağını da bilir. Değişimden korkar, çünkü bu dizinin sonu olabilir. Belirli sınırlar dahilinde okuyucu ile sanatçı arasında danışıklı bir dövüş vardır. Böyle bir ortamda tehlike, bir güvensizlik unsuru olmaktan çıkıp tam tersine bir güvenlik unsuru haline gelir. Normal hayatta maceradan maceraya atlamanın getireceği hareket ve heyecan bir süre sonra yorgunluk ve bıkkınlığa dönüşecekken, çizgi roman evreninde serinin (ve kahramanın) devamlılığına hizmet eder. Bu yüzdendir ki erotizm hep üstü kapalı aktarılır, aşklar hep yarım yaşanır strip’lerde. Hep bir sonraki bölümde anlatacak bir şeyler olsun diye. Günümüzün tv soap-operaları da bu mantıkla hazırlanmıyor mu zaten?

Fransız-Belçika ekolünden gelen pek çok çizgi roman (Tin-Tin, Blake et Mortimer, Asterix v.b.) aşktan ziyade maceraya önem vermiştir. Bu sayede yaratılan aseksüel kahramanlar, dönemin (ve belki bugünün) toplumsal ahlak değerlerini yücelten bir yapıya kavuşturulmuşlardır. Bu dizilerin kahramanları henüz bir macerayı bitirememişken, yorulmaksızın hemen yeni bir maceraya atlarlar. Çünkü bu onların varolma sebebidir. Okuyucu da bu durumdan memnundur esasında.

Çizgi roman her zaman gerçek hayatın bir yansıması olmuştu. Ancak gerçek insanlarda varolan cinsellik kağıt kahramanlarda yoktu. Aseksüel kahramanlarda oluşan bu eksiklikliğin giderilmesi için onlara ek özellikler kazandırılması gerekiyordu. Superman (1938) bu yüzden ilahlaştırıldı: ölümsüzlük, yenilmezlik, sınırsız görme ve işitme yeteneği, yerçekimi kurallarını hiçe sayma. Batman (1940) insanüstü bir zekaya ve parasal kaynaklara sahip oldu. Wonder Woman (1942) Superman benzeri güçleri olması yanında kutsal bir görevin ve sonsuz bekaretin yılmaz savunucusu oldu. Donald Duck’ın efsanevi şanssızlığı ona aşk için hiç zaman bırakmadı. Hatta Tarzan (1929) bile, bütün çıplaklığına rağmen aşk hayatından yoksundu ve bu eksikliğini ormana zarar verenlerle mücadele ederek kapatıyordu.

Çizgi roman kahramanı aslında maceraya aşıktır. Yalnız bir savaşçı rolündedir. İster mitolojik vahşi beldelerde olsun, isterse günümüz metropollerinin bir modeli olan hayali şehirlerde, kahraman hep sonsuz aşkı aramakla meşguldür. Arada birkaç kötü adam pataklarsa oh ne ala! Ancak kahramanımız aradığı şeyi hiçbir zaman bulamaz. Mükemmel kadını bulsa dahi fiziksel olarak temas edemez. Bedensel bütünlük onun asla sahip olamayacağı tek şeydir (sevgilisi “son anda” dizinin kötü adamı tarafından kaçırılır, kahramanımıza sürekli yeni görevler verilir, “düğün” hep ertelenir). “Tehlike” ile beslenen “aşk” ve “kahraman”, bir kısır döngü içinde dizinin sürekliliğini sağlar. Ölüm, sadece kötüler için vardır ve onlar da her macerada yenileriyle değiştirilir.

Senaryoya erotik unsurlar katılması, çizgi romanın Altın Çağı olarak kabul edilen 1930-50 yıllarında karşılaştığımız bir durumdur. Bazı şeyleri “ima etmek”, açıkça ifade etmekten daha kolaydır. Ancak bu dönemde bile, bazı ekseriyetler oluşmuştu. Özellikle 2. Dünya Savaşı sırasında pin-up dediğimiz yarı çıplak, seksi kadın çizimleri askerler arasında çok tutuluyordu. Bu durumdan faydalanan çizgi romancılar cheese-cake denilen bir kadın profili yarattılar. Askerleri bir tür röntgenci olarak algılayan çizerler, oluşan bu arz-talep dengesi içinde hep daha “fazlasını” göstermeye başladılar. Önceleri çıplaklık durumunun oluşması için bir ön hazırlık gerekiyordu. Senaryo yazılırken gerekli atmosfer oluşturulur ve bazı yerlerde fazladan bir sahneye yer verilirdi. Bu sahneler genellikle vücudun “ayıp” kısımlarını örtmek üzere gölge oyunları içerir ve fetişist dekorlarla süslenirdi. Bu ortamda Pett’in Jane Arden’i her fırsatta iç çamaşırlarına dek “soyunur”, Caniff’in çekici ama “muhafazakar” Dragon Lady’si yerini tahrik edici Miss Lace’e (sanatçının 40’larda askerler için hazırladığı Male Call serisi) bırakır.

Tijuana Bibles olarak adlandırılan ve Küba veya Meksika’da basılan cinsel içerikli çizgi romanlar sonraki yıllarda yayınlandı. Bu dergiler çoğunlukla 8 sayfadan oluşur ve kaçak olarak dağıtılırdı. Özellikleri, o zamana dek erkeklerin sadece hayallerinde yaşattıkları fantezileri kağıda aktarmalarıydı. Yalnızlıktan canı sıkılan ev kadınının kapısını çalan ilk erkeğe (sütçü, postacı) saldırırcasına kendini sunması bu noktada akla ilk gelen örneklerden. Klişeleşmiş femme-fatale kalıbından sıyrılmış, pin-up’lardaki makyajlı hallerinden eser kalmamış kadın tiplemeleriydi bunlar. Bildik kadın kahramanlar, bu dergilerde farklı yönlerini ortaya koyarlardı. Blondie ve Jane Arden günlük hayatın ucuz alış-verişlerine dahil olmuş, ahlaksızlaşmıştır bu sayede.

Savaş sonrası dönemde EC Comics’in ortaya çıkmasıyla devamı olmayan kısa öyküler yayınlanmaya başladı. Bu yayınevi bilim-kurgu, korku ve cinayet öyküleri yayınlardı. Ancak erotizm de önemli bir yer tutardı öykülerde, cinsel tutkular ve aşk cinayetleri gibi “sıcak” konular işlenirdi. Sabit bir kahramanı olmazdı bu dergilerin. İlginçtir, love comics diye anılan ve saf sevgi öyküleri yayınlayan dergiler de gene bu dönemde yayıldı. Love Secrets, Love Adventure gibi melodramatik isimler taşıyan yayınlar hep bu kategoriye girer. Hatta Frank Frazetta gibi sonradan illüstrasyona kayan isimler bile kariyerlerine bu aşk öykülerini çizerek başlamışlardı.

Dr. Wertham’ın Seduction of the Innocent isimli kitabının yayınlanmasından sonra çizgi romanlar Amerikan gençleri arasında her geçen gün artan şiddetin kaynağı olarak algılanmaya başladı. Bu sebepten dolayı yayıncılar Comics Code Authority olarak anılan bir öz denetim kurulu oluşturup yayınladıkları öykülerde bir takım ahlaki kaygılar gütmeye baladılar. 42 maddeden oluşan bu “kod”, çizgi romanlarda yer almaması gereken her durumu detaylı olarak açıklıyordu ve yaratıcılar da bu etik değerlere uymak zorundaydılar. Buna göre her türlü küfür, cinsellik, şiddet ve tahrik unsuru olarak algılanabilecek davranışlar yasaktı. Kadın ve erkeklerin bedensel özellikleri dahi erotik olmayacak şekilde çizilmeliydi. Cinayet ve ölüm kelimeleri ancak diyaloglarda kullanılabilir, olayın kendisi direk olarak aktarılamazdı. Seks kelimesi sözlükten çıkarılmıştı. Ailevi değerler yüceltilmeli ve siyaset yapılmamalıydı, v.s. Amerikan çizgi romanlarının bu yeni kurallara uyduğu dönem (1955-75) Gümüş Çağ olarak anılır.

3-Erotizmin Uyanışı

1960’ların ortalarında çizgi romanlar da tıpkı insanlar gibi “büyüme” çağına girer. Bu yıllarda Avrupalı çizerler Pilote ve özellikle Metal Hurlant gibi dergiler aracılığıyla erotizme geri dönerler. Bedenler konuşmaya, yüzler ifade kazanmaya başlar. Karakterlerin ruhsal durumlarını yansıtan yüz ifadeleri çizgi roman için bir yeniliktir. Önceki yılların donuk ifadeli kahramanları yavaş yavaş milatlarını doldurmaktadırlar. Kadınlar ne bir pin-up ne de bir femme-fatale’dır bu yıllarda. Kendilerine ait bir beden dilleri oluşmuştur. Crepax, Corben, Munoz, Altan hep bu canlılığı yansıtmıştır çizgilerinde. Liberatore veya Serpieri gibi gerçek üstü, abartılı vücutlar çizenler de yok değildir tabii. Ancak ne denli abartılı olursa olsun, bu bedenlerdeki cinsel enerji kolayca hissedilebilir boyutlardadır.

1962’den itibaren Fransız çizgi romanında seksi kadın kahramanların maceralarına rastlanır olmuştu. Bu dönem, Fransız çizgi romanında kadınların başrol oynadığı dönemdir ve öykülerin itici gücü erotizmdir. Bu kahramanların en ünlüleri olan Barbarella (1964’de Jean-Claude Forest tarafından Brigitte Bardot’dan esinlenerek yaratıldı) bize erotizmin uzay boşluğunda da varolabileceğini öğretir. Seks harici her konuda “bakire” olan kahramanımızın gezegenlerarası yolculuklarında saf ve masum aşkı arayışını anlatan bu çizgi roman, esasında özgür sekse bir ağıt niteliğindedir. Uzay boşluğu ise basit bir dekor konumundadır.

Aynı dönemde İtalya’da Fumetti Neri adıyla anılan ve yetişkinlere hitap eden cep dergileri çıkar. Diabolik, Satanik, Kriminal gibi polisiyeler kadar Messalina, Lucrecia gibi erotik olanlar da vardır aralarında. Bunlar, sonraki yıllarda yayınlanacak olan “sert” öykülerin ataları sayılır. Angela-Luciana Giussani kızkardeşlerin çizdiği Diabolik (1962); alaycı kişiliğiyle güzel kadınları büyülüyor fakat kendisi de değerli elmaslardan büyüleniyordu. Lüks arabalar ve zenginler diyarında geçen öyküleriyle dönemin en çok bilinen karakterlerinden biri haline gelmiş ve yayınını uzun süre sürdürmüştür. İlgi çekici bir not, etrafındaki nice zengin ve çekici kadına rağmen Diabolik’in asla sevgilisini aldatmamış olmasıdır.

Tanino Gaetano Liberatore-Stefano Tamburini ikilisinin bir çalışması olan Ranxerox’ta (1979) Lubna, çürümüş ve ahlaki açıdan çökmüş bir dünya dekoru önünde büyük bir rahatlıkla seks yapmak istediğini belirtir. Bu çalışmada seks ve şiddet hem sert hem de yoğundur. Hanım hanımcık bayanların yerine burada öldürmeye hazır, erkeklerden hiç bir eksiği olmayan “macho” kızlar ve sokak çeteleri vardır.

Paolo Eleuteri Serpieri’nin Morbus Gravis’inde Druuna büyük bir özenle çizilmiş poposunu örtme gereğini dahi hissetmez. Bu öykülerde yeri gelir senaryo önemini yitirir, kadın karakterlerin cinsel tatmini süresince beklemeye alınır. Çizgi romanlar artık iki bilinmeyenli bir denklem olmaktan çıkmıştır.

Magnus adıyla çizen İtalyan erotik çizgi romanının ustası Roberto Raviola da kariyerine Satanik’le başladı. İlk uluslararası ünü 1985’de Nekron ile geldi. 5 albüm süren seride bir dişi Frankeştayn vardı: Bünyesinde hem fetişist hem de sadist unsurlar barındıran Dr. Frida. Kuşkusuz öykünün en can alıcı noktası Dr. Frida’nın dev penisli bir robotla ulaştığı orgazmdır. 1986’daki Les 110 Pilules, gene erotik çizgi romanın başyapıtlarından sayıldı. 2 albümlük seride seksin tutsağı olan ve yemeden içmeden kesilen bir adamın ölüme adım adım yaklaşması anlatılıyordu.

Tüm dünyanın tanıdığı bir diğer İtalyan olan Milo Manara ise mükemmel kadın çizimleriyle okuyucularını büyüledi. Pek çok albümü yayınlandığı halde onu ünlü yapan öyküler Le Declic (1984) ve Le Parfum de l’Invisible (1986) oldu. Bu albümlerde erotizm, senaryodan daha önemlidir. Hatta konu erotizmin kendisidir. Manara kendi çizgisini bir fetiş olarak kullanır bu iki albümde.
İspanyol Jose Gonzales ve Esteban Maroto Amerika’ya göç ederek Warren yayınevinin önemli çizerleri olacaklardır. EC Comics’in izinden giden Warren Publishing 70’lerde korku, seks, şiddet, vampir gibi marjinal konuları işlemeye başlar. Vampirella ve Creepy sadece bu çizerleri okuyucularla buluşturmakla kalmaz, aynı zamanda Warren’ın en çok satan dergileri olur. Maroto’nun kadınsı figürleri okuyucuların hayallerini besler.

Gonzales’in çizimiyle Warren’ın yayınladığı Vampirella (1969), çizgi roman vampirlerinin en vamp olanıdır hiç şüphesiz. Her zaman yarı çıplak dolaşır. Bedenini saran topu topu iki kumaş parçası vardır ama uzun topuklu çizmeleri uyurken bile ayağındadır. Kumral saçlıdır, erkekleri hipnotize eden badem rengi gözleri vardır ve her zaman iyilerin yanında mücadele eder. Hatta efsanevi vampir avcısı Van Helsing’i bile kendi safına çekmiştir. Dişi bir Superman’dır ama Wonder Woman gibi soğuk ve mesafeli değildir. Sekse hayır demez. İnsanın onun için ölesi gelir.

Aynı yıllarda Frazetta ve Corben bol kaslı kahramanları ve korunmaya muhtaç yarı çıplak kadınlarıyla sahnededir. Hem erkek hem de kadın cinsel organlarını açıkça çizen Corben, o zamana dek süregelen bir tabuyu da bu şekilde yıkmış olur. Comics Code yavaş yavaş aşılmaktadır.

60’larda Harvey Kurtzmann, Little Annie Fannie ile eski aile strip’lerini hicvetti. Bu çalışma Playboy dergisinde yayınlandı. Annie, Marilyn Monroe ile Brigitte Bardot karışımı bir süper pin-up’tır. Onu takiben Penthouse dergisinde Wicked Wanda yayınlanır. Bu yıllarda erotizm her türlü medyaya sızmış durumdadır. Sinema elbette en baştadır, onu reklam ve çizgi roman takip eder. Underground çalışmalar bu duruma tepki olarak doğar. Hippi kültürü ve üniversite kampüsleri bu hareketin esin kaynağını teşkil eder ve yayınlanan öyküler özgür seksi savunur. Pin-up tarzıyla dalga geçen bu akıma dahil dergilerde kadınlar alabildiğine çirkin, şişko ve biçimsizdir ancak sekse hayır demezler. Ayrıca erkekler de olabildiğince iğrenç ve kalıpların dışında çizilir. Young Lust dergisi ve Shelton, Crumb gibi imzalar bu dönemi yansıtır. Freaks Brothers’ta olduğu gibi uyuşturucu, sıklıkla seksin yerini alır.

Spirit’ten (1940) tanıdığımız Will Eisner’ın 60’ların ortalarında tekrar arz-ı endam etmesi ilginçtir. Playboy bile sanatçıyı öven önemli bir yazı yayınlar. 40’ların Spirit’i bu sefer hiç olmadığı kadar underground yayınlanır. Yeni nesil kadınlar dizideki yerlerini alırlar. Skinny Bones Eisner’ın yarattığı yeni femme fatale figürüdür şimdi (Lauren Bacall’dan esinlenir).

4-Erotik Fanteziler

Guido Crepax’ın Valentina’sı (1969) hayali gerçekliğin sınırlarında dolaşır. Troçki ile arkadaşlık eden bir Louise Brooks’tur O! Öykü zaman-mekan kısıtlamasına tabi olmaksızın gelişir. Yönünü tahmin etmek mümkün olmaz. Valentina sürekli yeni yüzlere bürünür, değişime uğrar ve her seferinde yeniden doğar. Crepax’ın dişi bedenleri (Valentina, Annita, Justine, Emmanuelle, L’Histoire d’O) beyaz ve incedir, kırılgan ama eksiksizdir. Okuması zor ve yorucudur ama bir o kadar da tatmin edicidir.

Vittorio Giardino’nun Little Ego’su (1988) tutkunun erotografisi olarak nitelendirilir. Rüyalar aleminde gelişen bir fanteziler kokteylidir sanki bu genç kızın cinsel içerikli hayalleri. Adını yüzyıl başlarındaki Little Nemo striplerinden alan çalışma, ergenliğe ulaşmış genç kız masumiyetinin çekiciliğine dayandırıyor albenisini. Dokunmanın özel bir yeri vardır bu çizgi romanda. Aynalar, yansımalar ve “küçük ben”liğin cinsel arzularını uyandıran her türlü oyunlar mevcuttur. Ama Valentina’daki olgunluk ve kendinden emin olma duygusu yoktur. Little Ego cesaretini toplayamaz, fazla ileri gitmekten korkar.

Bağlanmış paketlenmiş kadınlar ve S&M erotizmi 50’li yıllardan itibaren varlığını hissettirmiş olsa da temelde marjinal bir örnek teşkil etmiştir. Flash Gordon, Dick Tracy (1931), Tarzan ve daha sonraları Conan (1970) gibi serilerde yarı çıplak ve elleri zincirli kadınlara rastlasak da (ki bu bile sadizmin varlığına işaret eder) bu sahneler olay örgüsü içinde haklı çıkarılmıştır (saklı hazinenin yerini öğrenmek için işkence etmek). Halbuki daha sonraki yıllarda karşımıza çıkan örneklerde kölelik başlı başına bir tatmin sebebidir, gerçek aşkın ifadesidir (Türk erkeğinin hem sevip hem dövmesine benzer bir durum).

George Pichard Marie-Gabrielle’de (1977) ve Guido Crepax L’Histoire d’O’da kadın kahramanlarına mümkün olduğunca çok acı çektirmeye çalışırlar. Acı ve zevk gözyaşında birleşir bu çizgi romanlarda. İşkence odaları barındıran karanlık dehlizli şatolar, vücudun en mahrem yerlerini delen aletler ve duyulmayan (ama okunan) çığlıklar bu çizgi romanların özetidir. Pichard’ın çizimleri insan vücudunun hayvani özelliklerini öne çıkarır. Kadınlar daha tombul, erkekler daha kıllıdır. Kendilerini kısıtlayan elbiselerinden sıyrılınca aç hayvanlar gibi saldırırlar karşı cinse (ve hatta aynı cinse). Dolayısıyla, uygulanan işkenceler bir anlamda kadının içindeki vahşi hayvanı terbiye etme amacını gütmektedir. Uygulayanlarsa “yöneten” güçleri simgeler. İkiyüzlü ve çıkarcı bir ahlak anlayışını yücelten günümüz toplumuna yöneltilmiş bir eleştiri midir bu yoksa sadece okuyucunun gizli fantezilerine hitap eden ticari bir zeka ürünü mü? Belki her ikisi de!?.

Amerikan fetişist çizgi romanlarında gördüğümüz yüksek topukları, çizmeleri, uzun bacakları Fransız Pichard’ın kadınlarında göremeyiz. Anlaşılan o ki, Amerikalılar kadınları hadım edilmiş erkekler olarak algılamakta ve doğanın bu yanlışını düzeltmek için uğraş vermektedirler. Bu yüzdendir ki demir leydiler her zaman ilgi çeker. 65’lerde büyük sükse yapmış olan İngiliz Modesty Blaise, erkekleri hem kendine çekmiş hem de dayaktan kırıp geçirmişti. Tabii Supergirl, Spider-Woman, Wonder Woman, Batwoman v.d. farklı bir şey yapıyordu denemez o yıllarda..

Carlos Sampayo-Jose Munoz’un Alack Sinner’ı (1977) bizi tekrar yaşadığımız dünyaya, büyük kentlerin küçük semtlerinin acı gerçeklerine çeker. Bu örnekte film-noir klişelerinin ters-yüz edilişiyle karşılaşırız. Karanlık insanların takıldığı karanlık barlarıyla ve cinsellik kokan havasıyla büyük şehrin geceleri, siyasi ve toplumsal eleştirilerin sıralandığı bir sahne konumuna gelir. Aşk, işsizlik denizinde boğulmuştur. Yaşanan her neyse, suya düşen hayallerin ve sonuç vermeyen göçlerin sonucudur. Bu ortamda karanlık ufukları aydınlatacak bir umut yıldızı aramak boşunadır. Aşkın yerini dolduran şey, alkoldür. Kullanılmaktan yıpranmış bedenlerin taşıdığı hayaller de renklerini yitirmiş, solmuştur. Alack’ın kendisi bile alkoliktir bu melankolik (ama yine de erotik) öykülerde.

Yakıcı güneşin altında kanı kaynayan Akdeniz insanı içinse seks, hayati bir ihtiyaçtır. Sadece gerçek hayatta değil, çizgi dünyada da öyledir bu. Üstelik ne anglosaksonların fetişlerine, ne de fransızların estetize sapkınlıklarına gerek kalmaz bu çizgi romanlarda. Böylece hiç bir çekinceleri olmaksızın dayak atan ve herkesi “beceren” halk kahramanları, hem Amerikan Süper Kahramanlarının hem de Fransız Macera Aşıklarının yerini alır İtalyan cep çizgi romanlarında. Bu dergilerde erkeklerin tatmin olmaları elde ettikleri başarılarla veya göğüs gerdikleri tehlikelerle değil, cinsel uzuvlarının niteliği ve yataktaki performanslarıyla doğru orantılıdır. Kadınlar da “fatale” olmak zorunda değillerdir. Ev kadını, öğrenci, pazarlamacı veya sokak kadını olmaları da önemsizdir. Bedensel “özellikleri” bol olsun yeter ki. Bu öykülerin giriş bölümü çoğunlukla bir “suspense” öğesi yaratmak üzere kullanılır. Tanışma, gülüşme, ilgi çekme falan. Espriler de yok değildir bu bölümde. Malum, atmosfer yaratmak şart! Öykünün gelişme bölümünde kaçınılmaz olarak bol ve çeşitli seks sahneleri yer alır. Bu sahnelerde kahramanlarımız bir karakterden diğerine “atlar” durur. Esasında hikayenin özü de budur zaten. Konu monu hak getire. Sonuç bölümündeyse bir partner diğerine ne denli “özel” bir gün geçirdiğini ve ne kadar mutlu olduğunu anlatır gülümseyerek. The End.

Seks illa ki her iki tarafın da onayıyla başlamak zorunda değildir. Sık sık olay tecavüz şeklinde gelişir ancak finalde elde edilen karşılıklı tatmin hep aynıdır. Kadınlar, erkeklerin cinsel organlarını yere göğe (!) sığdıramazlar. Onlara karakterin mesleğine göre isimler takarlar: piston, levye, matkap, boru gibi. Onlar için beceriksiz erkek yoktur, yetersiz tahrik vardır. Yeterince tahrik olan her erkek görevini layıkı ile yerine getirebilir. Kadının tatmin olamaması zaten söz konusu değildir çünkü onun hayattaki yegane amacı budur. İtalya (Terror, Oribile, Zakula, Montatore) ve İspanya (Sukia, Crimen, Horror, Bionica) bu tarz dergilerde Avrupa’nın en geniş üretimini üstlenmişlerdir 80’lerde. Ülkemizde de yayılanmış olan Ramba’yı bu listeye dahil etmek gerekir. Bu karakter dizinin ilk maceralarından birinde, acımasızca öldürdüğü adamın üzerine oturur ve cansız bedeni henüz soğumadan onunla cinsel ilişkiye girerek kendini tatmin eder. Öldürmek cinsel dürtülerini uyarır, onu tahrik eder.

İspanya’dan Jordi Bernet-Enrique Sanchez Abuli ikilisinin Torpedo’su (1980) çok daha klasik bir çizgidedir ancak gene de öykülerinde seks ve şiddet atbaşı koşar. Al Capone döneminde geçen öyküler işinde usta bir kiralık katilin başından geçenleri anlatır. Torpedo enerji dolu bir karakterdir ve her zaman her şeye hazırdır. Onun cinsel çekiciliğine karşı koyabilen kadın çok azdır. Ve onlar da çeliğin soğukluğunu kafalarında hissedince hemen fikir değiştirirler... “Silah”ından çıkan kurşunlar hem erkekleri hem de kadınları ağzı açık bırakır. Tek bir farkla: erkeklerin ağzı sonsuza dek açık kalır!

5-Teknoloji Çağında Erotizm

Gezegenlerarası seks eskisi kadar güvenli değil artık. Alien ve Predator gibi örneklerden sonra, dünyadışı yaratıklarla ilişkilerimizde daha dikkatli olmak zorundayız. Barbarella veya Gordon tarzı flörtler artık sakat! Otomatize edilmiş bir teknolojik rekabet ortamında, insanların kendi içine kapandığı bir çağda yaşıyoruz. Bireyselliği yücelten modern uygarlığın girdabına kapılan insanoğlu diğer bireylerle “gerçek” duygusal temaslardan kaçınır oldu. İlişkiler daha ziyade temel ihtiyaçların karşılanması ve karşılıklı çıkarlar doğrultusunda şekilleniyor. Bireylerin bilgisayarlar ve elektronik aletlerle olan ilişkileri ise her geçen gün artıyor. Geçmişin bilim-kurgu romanları günümüzün olağan gerçekleri haline geliveriyor nedense. Bu ortamda erotizm de şekil değiştirerek “elektronik” bir form alıyor ve internete göç ediyor. Dönem “connect” olma dönemi...

Kaynakça:
-Kosta Ceran Arşivi
-Playboy, Haziran 1988, Atina
-Bedetheque, www.bedetheque.com
-500 Great Comic Book Heroes, 2002, New York

1 yorum:

hadassavaccaro dedi ki...

JackpotCity | Casino & Sportsbook | JammyCity
Discover all the latest promotions 부산광역 출장샵 and offers in JackpotCity, 경상북도 출장샵 including the latest promotions 거제 출장샵 and offers. 대전광역 출장마사지 The city offers over 600 경산 출장안마 slots,