20 Aralık 2007 Perşembe

Türkiye'de Çizgi Roman


1990 yılında Çağdaş Koçyiğit'le beraber hazırlayarak yayınladığımız "Comic Art" fanzini için yazı dizisi olarak hazırlamaya başladığım fakat ilk sayıdan sonra bu projeden vazgeçmemiz sebebiyle devamını getirmediğim nostalji kokan bir yazı...

----------------------------------

Türkiye’de Ç.R. tarihçesini bütün yönleriyle bilen, eski dönemlerden kalma belgelere sahip olan çok az kimse var. Bu konuda yayınlanmış çok sayıda kitap yok ve hatta geniş kapsamlı bir araştırma bile yok. Yalnızca kişisel bazı denemelerden bahsedilebilir ki, bunlar da birçok açıdan eksik kalmıştır kuşkusuz. Hatta çoğu oldukça nostaljiktir bu birkaç sayfalık yazıların...

Türkiye Ç.R. alanında oldukça geri kalmıştır. Çünkü her ne kadar anlatım dilini galiştirebildiyse de aynı şeyi en az onun kadar önemli olan baskıda gerçekleştirememiştir. Ve eğer bunun sebebi dönemin yöneticilerinin Ç.R.'a yetersiz bakış açısı ise; bunun sonucu da ülkemizdeki ilk Ç.R. örneklerinin bile ancak bu yüzyıl başında ve yalnızca saray çevresinde görülmesi olmuştur. Böylece şimdi bile tam olarak kurtulamadığımız kısır döngü başlamış oldu...

Türkiye'de basılmış ilk Ç.R. örneklerine 1918’de, Abdülhamit döneminde rastlarız. Edebiyat tarihimizde Servet-i Fünun olarak adlandırılan bu dönemde yayınlanan bütün Ç.R.’lar yabancı kaynaklıdır. Aslında bunlara tam olarak Ç.R. da denemez; daha çok bir kaç karikatür ve onların altındaki birkaç satırdan oluşuyordu bütün bu çizgi-anlatılar.

Bu ilk ama geç kalmış denemelerden sonra, Kurtuluş Savaşı süresince birden fazla kareden oluşan karikatürler kadın ve çocuk dergilerinde sık sık boy göstermeya başladı. Ancak bunların hiçbiri siyasi ya da sosyal konulara değinmiyordu. Bunu yapan ilk tip, çeşitli konulara eleştirel bir bakış getiren ve güldürüyle espriyi, eleştiriyle ironiyi Ç.R.’a, daha doğrusu çizgi-anlatıya aktaran Amcabey oldu. Çok tutulan bu tip ne yazık ki yaratıcısının 1947’deki ölümüyle yayın hayatını noktaladı.

1925-30 yıllarında, özellikle çocuk dergilerinde, Cemal Nadir Güler'in kısa çizgi öykülerine rastlanır. Hatta Cemal Nadir 1931’de kendi yarattığı Amcabey tipini çizgi-film yapmayı bile denemiştir. Güngörmüşler de o dönemde yaratılıp bize dek ulaşan bir "şerit" romandır. Bu 3-4 kareli çalışmalara şerit denmesinin sebebi gerçekten de uzaktan bakıldığında genişçe bir şeride benzemeleriydi. Sonradan İngilizce “strip” kelimesi bu terimin yerini aldı.

1950’lere gelindiğinde Batı'nın birçok ünlü Ç.R. kahramanı ülkemizde de takip ediliyordu. Buna rağmen henüz %100 yerli Ç.R. üretildiği söylenemezdi. Çoğunlukla Cemal Nadir ve Ratip Tahir’in etkilediği ‘50 kuşağı karikatüristleri Ç.R.’a bulaşıyor ama kısa zamanda terk ediyorlardı. Böylece Türk karikatür sanatı altın yıllarını yaşarken (‘50-‘60) Türk Ç.R.’ı için aynı şey omuyordu. Birbirlerine oldukça yakın, hatta birbirlerini etkileyen iki alan oldukları halde...

Gene de Tuhan Selçuk’un Abdülcanbaz’ı, Sururi Gümen'in Canbaba’sı, Altan Erbulak'ın Cafer ile Hürmüz'ü 1950'lerde yaratılmış ve belirli bir düzeyi tutturabilmiş ender tiplerdendi. Bunların arasında sonradan bir ekol oluşturacak olan Oğuz Aral’ın Hayk Mammer'i de sayılabilir.

Bu arada, 2. Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte 1945 yılından itibaren ülkemize bir yabancı strip akını başlamıştı. Bu akın özellikle 50’lerin sonunda etkileri hala hissedilen, çok büyük boyutlara ulaşmıştır. Fakat 75’lere dek süren bu akına rağmen, bir dereceye dek Amerikan kaynaklı gazete striplerini anımsatsa da Bedri Koraman’ın Cici Can'ıyla Sezgin Burak’ın Bizimkiler’i, bu dönemde yerli Ç.R.'ı ayakta tutmaya çalışan az çalışmalardandır. Gene bu dönemde ortaya çıkan bir başka Ç.R.’cıysa Mustafa Eremektar’dır. Mıstık takma adıyla çizdigi Taş Devri ve Uzay Çocukları adlı eserleri Türkiye'de neredeyse hiç ürün verilmeyen çocuklara yönelik eğitici Ç.R. alanındaki en önemli çalışmalardır.

Bu dönemde değişik türlerde ürün veren bazı kişileri de atlamamak gerek tabii. Bunlardan Faruk Geç daha önce denenmemiş bir türe el atarak duygusal foto roman benzeri hafif Ç.R.’lar hazırladı. Bunlara İngilizce'de “soap (sabun köpüğü) opera comic” denir. Pek önemli bir çalışma değildi gerçi, ama yayınlandığı gazetelerin tirajını artırdı. Suat Yalaz'la Sezgin Burak’sa kendi tarihimizden yararlanmayı düşünerek (oldukça kötü) kopyaları hala üretilmekte olan kahramanlar yarattılar.

Suat Yalaz Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun tarihsel bir romanına dayanarak önce Kaan'ı, ardından da daha ayrıntılı bir çalışma olan Karaoğlan'ı yaratarak, tarihî Ç.R. akımını başlattı. Karaoğlan'ın bir diğer özelliği de tamamıyla yerli materyalden oluşan ilk yerli Ç.R. dergisi olmasıdır. Onun başarısını taklit etmek üzere birçok kopya türedi. Ancak tabii hiçbiri uzun ömürlü olamadı. Tarkan hariç... Her ne kadar Yalaz’dan sonra el attı ise de Sezgin Burak’ı bu alandaki herhangi bir taklitçi olarak algılayamayız... Açıkçası ben Tarkan'ı çok soğuk ve doğallıktan uzak bir tip olarak algıladım. Buna rağmen Burak’ın çizgilerindeki grafik düzeyi de kimse inkar edemez. Burak, Yalaz gibi Uygur Türkleri’yle değil de, Atilla dönemi Hun’larıyla ilgileniyordu.

Karaoğlan’la Tarkan'ın başarısı üzerine ortaya çıkan Kara Murat’sa bana göre resimlendirilmiş romandır. Uzun yıllar boyunca popülaritesini koruyabilen bu dergi, Rahmi Turan'ın klasik ama bayağılıktan uzak anlatımıyla Türkiye'de roman ile Ç.R. arasında kalan bir türün en iyi temsilcisi olmuştur.

1970'lerdeyse, şu anki Türk Ç.R.’ının belirli bir düzeyi tutturabilmiş ender ürünlerinin verildiği birkaç koldan biri (belki de teki) olan mizahi Ç.R., bağımsız dergileşme sürecine girdi. Bunun ilk örnekleri Milliyet’ten dergiye aktarılmış olan Abdülcanbaz'la, Suavi Sualp'in Salata’sı oldu.

Abdülcanbaz, Turhan Selçuk'un fantastik-politik senaryolarıyla günümüze dek gelmeyi başarmış önemli bir çalışmadır. Önceleri gazetelerde yayınlandıysa da, sonradan çıkan dergi ve ciltleri de büyük ilgi gördu. Özgün grafik anlatımı ve siyasi içeriği sebebi ile bir temeltaş konumundadır. Hatta çalkantılı dönemlerde ciddi politik görevler de üstlenmiş ve bu açıdan Türk Ç.R.'ının yüzakı sayılmıştır... Toplumsal ve tarihsal hiciv yonü ağır bastığı halde, erotizme getirdiği çağdaş bakışla, yoğun fantastik öğelerin arasından süzülerek birçok açıdan gerçekçi bir kalıba oturur.

Salata ancak 27 sayı dayanabildi. Buna rağmen Sualp’in 50'lerden başlayarak öncülük ettiği mizah anlayışı sönmedi. Aksine Gırgır’ın yayın hayatına atılarak bu konuda öncülük bayrağını devralmasından sonra, aynı dergide okullaştı. İşte Oğuz Aral’ın önemi burada ortaya çıkmaktadır. Çünkü yıllardan beri bu alanda çalışmaları olan Aral her ne kadar karikatür sanatına da önem vererek günümüze dek gelmesini sağlamışsa da, editörlüğünü yaptığı dergi daha çok bir Ç.R. dergisiydi. Ve son yıllarda, gene Oğuz Aral yönetimindeyken, Sovyet Krokodil ve Amerikan Mad dergilerinden sonra, tiraj açısından dünyanın en büyük 3. dergisi durumuna geldiği iddia edilmiştir ki bu okuyucunun dergiye (dolayısıyla Ç.R.’a) gösterdiği ilgiyi belirtmektedir.

Böylece Gaddar Davut, Zalim Şevki, Tarzan, Çılgın Bediş, Avanak Avni, En Kahraman Rıdvan, Utanmaz Adam, Hafiyesi Mahmut, Cork, Zalak Mahmut, Vides Mahmut gibi hepimizin tanıdığı tipler hep bu dergiden yetişmiş gençlerce yaratıldı. Hatta bunların bazıları kendi alanlarında hala aşılamamış eserler verdiler.

Türkiye’de Ç.R.’ın gelişiminde Gırgır çok büyük bir rol oynamıştır. Şu sıralar Ç.R.'ımızı ayakta tutan çizerlerin hemen hepsi ya doğrudan Gırgır'da veya dolaylı olarak onun açtığı yoldan ilerleyen dergilerde yetişmiş, sonuçta hepsi de ortak bir ekolden etkilenmişlerdir.

Oğuz Aral'ın yönetiminde ilk Gırgır kuşağını oluşturan Nuri Kurtcebe, İlban Ertem ve Engin Ergönültaş ürün vermeyi gene bu tip dergilerde sürdüren, sürekli yeni arayışlara yönelen çizerler olmuşlardır. İkinci kuşaktan gelen Latif Demirci, Behiç Pek, Hasan Kaçan ve Kemal Aratan ise daha çok karikatüre veya gazete stripine yönelmişlerdir. Bunların içinde özellikle Cumhuriyet’te çizmeye devam eden Behiç Pek ve Piyale Madra “Kim Kime, Dum Duma” ve “Piknik”le mizahî gazete stripine felsefeyi olanca doğallığıyla sokmayı başarmışlar ve bir anlamda Charles Schulz’un Snoopy, Jim Davis’in Garfield ve Dik Browne’un Hâgar The Horrible’ı (Bastır Viking) gibi yaşayan, düşünen ve kendilerine göre basit sonuçlara varan tipler yaratmasını bilmişlerdir. Yanısıra Bülent Arabacıoğlu, Özden Öğrük gibi bazı Ç.R.'cılar da mizahî Ç.R. geleneğini devam ettirdiler.

Böylece 80'lerin ortalarına gelmiş olduk. Bu dönemde, başını Nuri Kurtcebe'nin çektiği bir grup kara mizahi Ç.R. alanında konu, diyalog ve grafik teknikler açısından çok düzeyli eserler vererek, belki de 90’lara girdiğimiz şu sıralar Türk Ç.R.'ını ayakta tutan kişiler olmuştur. Tabii bazılarının nefret derecesinde antipati duyduğu halde, Hızlı Gazeteci’yle özgün bir çizgi tutturan Necdet Şen'in ve Kemal Gökhan Gürses’in haklarını yemeyelim.

Ayrıca bahsetmeyi tercih ettiğim Galip Tekin'se ülkemizde öncülüğünü yaptığı fantastik Ç.R. türünde hala rakipsiz...

Yazısından yararlandığım Turgut Çeviker’in 1985’te yaptığı çağrıyı yıllar sonra tekrarlamak istiyorum: “Türk çizgiromancılığı temiz sevgiler, dürüst kalemler ve zeki, yetenekli, düşünen, aydın, genç çizgi-romancılarla yepyeni bir dünya yaratabilir.” Ama bu kişileri bir çatı altında toplayacak olan alanın özgün ve öncü dergisi hala ortalıkta yok ve “ne yazık ki bu gizli çağrıyı kimse duymuyor” (mu gerçekten?). Ben gene de ümitliyim.

Kaynakça:
- "Türkiye'de Çizgi-Roman" Turgut Çeviker (Hürriyet Gösteri Sayı:61 - Aralık 1985)
- "Türkiye'de Çizgi-Roman" Emre Gönen (Argos Sayı:7 - Mart 1989)